Duesenberry etkisi ve finansal krizin ayak sesleri

Son zamanlarda çokça popüler oldu, fizikçiden iyi iktisatçı olur denmeye başladı. Bir yere kadar haklılık payı yok değil, fizik gibi doğa bilimleriyle uğraşanlar iktisadi değişkenleri matematik ile kavrayıp, kuvvetli ekonomik modeller oluşturabiliyorlar. Ancak iktisat bundan öte bir sosyal bilim değil midir? Bu yazıda iktisadın neden bir sosyal bilim olduğunu Duesenberry etkisi ve finansal kriz riskleri üzerinden anlatmaya çalışacağım.

Evvela kavramı tanımlayalım. Duesenberry Etkisi özetle, gelir artarken insanların tüketiminin de artacağını ancak gelir azalırken tüketimin aynı hızda azalmayacağını, dolayısıyla gelir azalırken kişilerin tüketim eğilimlerinin artacağını iddia eden tezin adıdır.

Peki bu durumun altında yatan sebepler nelerdir? Basit bir ifadeyle, tüketim düzeyi kişilerin refahlarının arttığının en somut göstergesidir. Gelir artışı ile birlikte kişiler refahlarını yani tüketimlerini arttırmak için hiç oyalanmazlar, ancak aynı kişiler gelirleri azalırken tüketimlerini yani refah düzeylerini azaltmak zorunda kaldıklarında zorlanırlar. Başka bir ifadeyle tüketimi azaltmak, tüketimi arttırmaktan daha zordur. Bu durumun analizleri ise elbette sosyal yapı ile ilgilidir. Kişiler mal ve hizmetleri satın alırken aynı zamanda mala içkin statüleri de satın almış olurlar. Daralma günlerinde ise bu statülerini kaybetmek istemezler. Macrocenter yerine A101'e gitmek, filtre kahve içmek yerine çay içmeye başlamak ya da eskiyen telefonu değiştirmemek kişiler açısından zordur ve bu zorluğun analizi sosyal bir meseledir.

Öyleyse Duesenberry etkisini veri kabul edersek diyebiliriz ki, önümüzdeki dönem gelirimiz azalırken gelirimizin içindeki tüketimin payı artacak, tasarrufun payı azalacak.

Türkiye'nin mevcut toplam tasarruf oranı yaklaşık olarak %15-20 arasında seyrediyor. Yani kabaca 750 milyar $'lık gelirimizin 150 milyar $'ını tasarruf ediyoruz. Bu tasarruflarımızı da daha çok bankalarda mevduat hesaplarında tutuyor veya tasarruflarımızla altın, döviz, hisse senedi alıyoruz. Olası bir durgunluk veya negatif büyüme durumunda bu oran Duesenberry etkisine göre azalacaktır. Neyse ki bankalarımızda yeterli mevduat bulunuyor diyemiyoruz, çünkü kredi/mevduat oranları %120'leri görmüş durumda.



Bunun anlamı şu, bankalara yatırılan para ile bankaların sattığı para arasında özellikle 2009 krizi sonrası ciddi bir dengesizlik oluşmuş. Bankaların sattığı kredilerin mevduat karşılıkları azalmış. Önümüzdeki dönem tasarrufların azalması ile bu rakamın daha da büyümesi muhtemeldir. Türk bankacılık sisteminin sermaye yeterlilik oranı henüz büyük bir risk oluşturmasa da bu sürecin uzun sürmesi reel kesimde yaşanan bunalımın bankacılık sektörüne sıçrayarak bir finansal krizi tetiklemeyeceği garanti edilemez. Artı, sermaye yeterlilik oranlarının düşme eğiliminde olduğunu biliyoruz. 


Bu konu ilginizi çektiyse aşağıdaki yazılara da bakabilirsiniz...


https://ozangundogdu.blogspot.com/2018/10/bankaclk-hakknda-bize-soylenmeyenler.html

https://ozangundogdu.blogspot.com/2018/09/sermaye-yeterlilik-rasyosu-syr-ve-bad.html



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Faiz Haram mıdır?

Derslerde devlet borçlanmasını anlatırken öyle zorlanıyorum ki... Söz illa dolanıyor ve faizin neden yükselip alçaldığına, faizin nedenlerin...