Havalimanı, Cargill ve şimdi de Anı Tur işçileri... Bu son mu? Elbette değil. Çünkü içinden geçtiğimiz ve henüz başında olduğumuz kriz devlet borçlarından veya bankacılık sektöründen kaynaklanan ve dış kaynak ihtiyacı çözüldüğünde bitecek bir kriz değil. Türkiye Ekonomisi her 1 dolar büyümek için yaklaşık 2 dolar borç almak zorunda kalan, tarım da ve sanayide can çekişen, ithalata bağımlı kılınan bir ekonomiye dönüştürüldü.
Bir memleketin parası evvela o memlekette gerçekleşen üretimle güçlenir. Varsayalım ki piyasada tek bir mal üretiliyor olsun. Mesela elma... 100 kg elmamız var, dolaşımdaki para da 100 tl. Bu durumda 1 kg elma kaç para olacaktır? Elbette 1 tl.
Bu model üzerinden ekonominin gerçek yanı olan üretimi arttırırsanız paranın alım gücü artar. Mesela 100 kg. değil de 200 kg. elma üretirseniz elmanın fiyatı 50 kuruşa düşer. Öte taraftan üretimi azaltırsanız, mesela 100 kg. değil de 50kg elma üretirseniz, elmanın fiyatı 2 TL oluverir. Gerçek olan üretimdir. Para ile ilgili konular ise meselenin sanal boyutudur.
Ekonomistler konuşur, faiz der, döviz kuru der, enflasyon der. Bir çoğu haklıdır da, ancak bunlar sanaldır. Gerçek üretirken dökülen alın terindedir. Elmanın miktarını arttırabiliyor musun yoksa elman azalıyor mu?
Alın terinin hakkını verebiliyorsan işte o yurt yaşanacak yurttur. 28 Eylül 2018 günü Gelir İdaresi Başkanlığı bu ülkede en çok vergi borcu olan 100 kişinin toplam vergi borcunun 30,5 milyar TL olduğunu açıkladı. Bu rakam 6 milyon asgari ücretlinin alnının teriyle kazanıp daha ay başında hiç geciktirmeden maaşından kesilerek ödediği vergiye eşit. Şimdi emek sahipleri için bu yurt yaşanacak bir yurt mudur?
6 milyon kişi 100 kişiden daha mı az değerlidir?
#EURO2024 ve Mali Aldanma
Beni bu yazıyı yazmaya iten şey 30 Kasım 2015 tarihli bir gazete haberi. BBC Türkçe "Hamburg 2024 Olimpiyatlarına Hayır Dedi" diye manşet atmış. Haberin içeriğinde 2024 paralimpik olimpiyatları için Hamburg'ta yapılan referandumda halkın olimpiyatları istemediği sonucu çıkıyor. Muhtemelen benzeri bir referandum Türkiye'de örneğin Euro 2024 için yapılsaydı hayır diyenler çok küçük bir azınlık olur, onlar da vatan haini ilan edilirdi.
Fakat Hamburglular neden olimpiyatlara ev sahipliği yapmayı istemiyorlar? Hayır oyu verenlerin gerekçeleri olimpiyatların belediye bütçesine normalde Hamburg'un ihtiyacı olmayan ek yükler getirmesi.
Buna karşılık Türkiye'de yurttaşlar, kendi ceplerinden finanse edilen bütçeleri genellikle düşünmezler. Bu durum seçmenlerin kültürel özelliğinden ziyade ülkemizin vergi sisteminde gizlidir. Türkiye'de vergi mükellefleri vergi verdiğinin farkına varmaz, vergiyi hissetmezler. Bu duruma "MALİ ANESTEZİ" adı veriliyor.
Mali anestezi etkisi nasıl vergi sistemine yayılıyor? Türk maliyeciler buna "kazı bağırtmadan yolmak" diyorlar. Kaz nasıl bağırmaz? Şöyle ki; örneğin ücretliler gelir vergilerini stopaj usulü öderler, yani vergi, maaşlarından kesilir, öte yandan vergi gelirlerinin %70'e yakın kısmı ise "dolaylı vergi" denilen KDV, ÖTV, ÖİV, BSMV gibi mal ve hizmet üzerinden alınan vergilerden oluşur. Mükellef bu vergileri fiyat ile karıştırır. Böylece vergi dairesinin yerini bilmeyen vergi mükellefleri cenneti olur Türkiye. (yeri gelmişken değerli maliyeci Ozan Bingöl sosyal medya hesaplarında mali anestezi etkisi ile sıkı bir mücadeleye girişiyor, takip etmenizi öneririm)
Mali Anestezi etkisinin önemli bir sonucu da MALİ ALDANMA...
Mali Aldanma ise, yurttaşların kamu giderlerini kendi ceplerinden finanse ettiklerini anlamaması sonucu kamu giderlerinin bedava yapıldığı zannına kapılmasıdır. Bu durumda yurttaşlar daha fazla harcama istemekten çekinmeyeceklerdir.
Durumu rasyonel biçimde değerlendiren yurttaşlar, aslında Hamburglular gibi davranmalı, organizasyonun maliyeti ve getirisini hesap etmeli, maliyetin kendi cebimizden çıkacağı bilinmeli. Ancak ülkemizde bunun yerine vaziyeti Haçlı-Hilal savaşına benzetmeyi daha kolay buluyoruz sanırım. :)
Fakat Hamburglular neden olimpiyatlara ev sahipliği yapmayı istemiyorlar? Hayır oyu verenlerin gerekçeleri olimpiyatların belediye bütçesine normalde Hamburg'un ihtiyacı olmayan ek yükler getirmesi.
Buna karşılık Türkiye'de yurttaşlar, kendi ceplerinden finanse edilen bütçeleri genellikle düşünmezler. Bu durum seçmenlerin kültürel özelliğinden ziyade ülkemizin vergi sisteminde gizlidir. Türkiye'de vergi mükellefleri vergi verdiğinin farkına varmaz, vergiyi hissetmezler. Bu duruma "MALİ ANESTEZİ" adı veriliyor.
Mali anestezi etkisi nasıl vergi sistemine yayılıyor? Türk maliyeciler buna "kazı bağırtmadan yolmak" diyorlar. Kaz nasıl bağırmaz? Şöyle ki; örneğin ücretliler gelir vergilerini stopaj usulü öderler, yani vergi, maaşlarından kesilir, öte yandan vergi gelirlerinin %70'e yakın kısmı ise "dolaylı vergi" denilen KDV, ÖTV, ÖİV, BSMV gibi mal ve hizmet üzerinden alınan vergilerden oluşur. Mükellef bu vergileri fiyat ile karıştırır. Böylece vergi dairesinin yerini bilmeyen vergi mükellefleri cenneti olur Türkiye. (yeri gelmişken değerli maliyeci Ozan Bingöl sosyal medya hesaplarında mali anestezi etkisi ile sıkı bir mücadeleye girişiyor, takip etmenizi öneririm)
Mali Anestezi etkisinin önemli bir sonucu da MALİ ALDANMA...
Mali Aldanma ise, yurttaşların kamu giderlerini kendi ceplerinden finanse ettiklerini anlamaması sonucu kamu giderlerinin bedava yapıldığı zannına kapılmasıdır. Bu durumda yurttaşlar daha fazla harcama istemekten çekinmeyeceklerdir.
Durumu rasyonel biçimde değerlendiren yurttaşlar, aslında Hamburglular gibi davranmalı, organizasyonun maliyeti ve getirisini hesap etmeli, maliyetin kendi cebimizden çıkacağı bilinmeli. Ancak ülkemizde bunun yerine vaziyeti Haçlı-Hilal savaşına benzetmeyi daha kolay buluyoruz sanırım. :)
Sermaye Yeterlilik Rasyosu (SYR) ve Bad Bank Kavramı nedir?
Öncelikle beni bu yazıyı yazmaya iten haber başlıklarını sizinle paylaşayım.
1. Bakan Berat Albayrak Yeni Ekonomi Programı'nı açıklarken, bankaların tahsili gecikmiş alacakları (TGA) için "yeni bir yapı" kurulması gündeme gelebilir dedi. 20 Eylül 2018
2. İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali, İstanbul Sanayi Odası (İSO) meclis toplantısında "bankaların sermaye yeterlilik rasyolarının %13'lere gerilediğini söyledi ve ekledi, Kötü Banka (Bad Bank) fikri mümkündür, riskler güçlü adreste daha iyi yönetilebilir." dedi. 26 Eylül 2018
3. Moody's Türkiye'den 9 bankanın döviz cinsinden mevduatlarının TL cinsinden mevduatlara oranı arttığı için notunu düşürdü. 26 Eylül 2018
Bu haber başlıkları içinde bütünü belirleyen 2 kavram var, bunlar;
* Sermaye yeterlilik oranı
* Bad Bank
SERMAYE YETERLİLİK ORANI-RASYOSU (SYR) nedir?
İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali sermaye yeterlilik oranının %13'e gerilediğini söylüyor. 2010 yılında bu oran %20 civarındaydı. Öte yandan 2008 küresel ekonomik krizi patlak verdiğinde ABD bankaları için bu oran %7 'ye kadar gerilemişti. Bu rakamlardan yola çıkarak hala Türk Bankacılık sektörünün ağır bir risk barındırmadığını ancak kur artışındaki seyrin yukarı yönlü devam etmesi halinde SYR oranının daha da düşeceğini söyleyebiliriz.
Finansal bir kriz riskini takip eden ekonomistlerin ilk incelediği oranlardan biri SYR. Bankacılık sektörünün itibarını belirleyen Türkiye Bankalar Birliği'nin de tanıdığı BASEL III standartlarına göre SYR oranının %8'inin altına inmemesi gerekiyor. BDDK'nın bu oran için belirlediği hedef ise %12. Peki bu oran nasıl hesaplanıyor?
SYR = Banka özsermayesi
Riskteki Aktifler+(Piyasa riskleri+Operasyonel riskler ) x 12,5
Bu matematiksel ifade sözel bir anlatımla özetlenirse, sermayeniz dağıttığınız riskli kredilere yetebilecek düzeyde olmalıdır. Bu oran büyüdükçe sermayenizin kuvvetli, bu oran küçüldükçe sermayenizin zayıfladığı anlamına gelir. Bali'nin açıklamasına göre Türk Bankalarında bu oranın azaldığı anlaşılıyor. Buna karşı alınacak önlemlerden en popüler olanı bankalarının sermaye arttırımına gitmesi olacaktır. Böylece SYO büyüyor. Öte yandan söz konusu riskli krediler yüzünden bankalar kredi vermekten imtina edecektir.
Peki buna karşı devletin atabileceği düzenleyici bir önlem var mı? İşte burada "bad bank" kavramı devreye giriyor.
BAD BANK nedir?
Bankacılık sistemindeki riskli krediler yani tahsilatı gecikmiş alacaklar (TGA) bankaların sırtında ciddi bir yük oluşturuyor. Buna karşılık bankaların tespit ettiği bu riskli krediler yeni kurulan bir banka veya finansal kuruluşa devredilirse söz konusu bu finansal kuruluşa BAD BANK deniyor. Peki hangi "piyasa enayisi" riskli kredileri devralmak isteyecektir? Cevap kimse... Bu sebeple bu riskli kredileri devralacak bankanın bir kamu bankası olması gerekir.
Berat Albayrak doğrudan "Bad Bank" kavramını YEP'te zikretmedi, ancak tahsili gecikmiş alacaklar (TGA) için "yeni bir yapı" kurulması fikri tüm iktisatçıların aklına "Bad Bank" kavramını getiriyor. Eğer bankalarının riskli krediler için karşılık ayırması istenmeden kamuya devredilmesi söz konusu olursa bu uygulama aynı zamanda bankacılık sektörünün risklerinin vergi mükelleflerinin sırtına yüklenmesi anlamına gelir. Bali, ekonomik aktörler içinde bu kavramı kullanarak "pandora'nın kutusunu" açmış oldu. Bundan sonra "kötü banka" deyimini daha sık duyabiliriz.
1. Bakan Berat Albayrak Yeni Ekonomi Programı'nı açıklarken, bankaların tahsili gecikmiş alacakları (TGA) için "yeni bir yapı" kurulması gündeme gelebilir dedi. 20 Eylül 2018
2. İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali, İstanbul Sanayi Odası (İSO) meclis toplantısında "bankaların sermaye yeterlilik rasyolarının %13'lere gerilediğini söyledi ve ekledi, Kötü Banka (Bad Bank) fikri mümkündür, riskler güçlü adreste daha iyi yönetilebilir." dedi. 26 Eylül 2018
3. Moody's Türkiye'den 9 bankanın döviz cinsinden mevduatlarının TL cinsinden mevduatlara oranı arttığı için notunu düşürdü. 26 Eylül 2018
Bu haber başlıkları içinde bütünü belirleyen 2 kavram var, bunlar;
* Sermaye yeterlilik oranı
* Bad Bank
SERMAYE YETERLİLİK ORANI-RASYOSU (SYR) nedir?
İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali sermaye yeterlilik oranının %13'e gerilediğini söylüyor. 2010 yılında bu oran %20 civarındaydı. Öte yandan 2008 küresel ekonomik krizi patlak verdiğinde ABD bankaları için bu oran %7 'ye kadar gerilemişti. Bu rakamlardan yola çıkarak hala Türk Bankacılık sektörünün ağır bir risk barındırmadığını ancak kur artışındaki seyrin yukarı yönlü devam etmesi halinde SYR oranının daha da düşeceğini söyleyebiliriz.
Finansal bir kriz riskini takip eden ekonomistlerin ilk incelediği oranlardan biri SYR. Bankacılık sektörünün itibarını belirleyen Türkiye Bankalar Birliği'nin de tanıdığı BASEL III standartlarına göre SYR oranının %8'inin altına inmemesi gerekiyor. BDDK'nın bu oran için belirlediği hedef ise %12. Peki bu oran nasıl hesaplanıyor?
SYR = Banka özsermayesi
Riskteki Aktifler+(Piyasa riskleri+Operasyonel riskler ) x 12,5
Bu matematiksel ifade sözel bir anlatımla özetlenirse, sermayeniz dağıttığınız riskli kredilere yetebilecek düzeyde olmalıdır. Bu oran büyüdükçe sermayenizin kuvvetli, bu oran küçüldükçe sermayenizin zayıfladığı anlamına gelir. Bali'nin açıklamasına göre Türk Bankalarında bu oranın azaldığı anlaşılıyor. Buna karşı alınacak önlemlerden en popüler olanı bankalarının sermaye arttırımına gitmesi olacaktır. Böylece SYO büyüyor. Öte yandan söz konusu riskli krediler yüzünden bankalar kredi vermekten imtina edecektir.
Peki buna karşı devletin atabileceği düzenleyici bir önlem var mı? İşte burada "bad bank" kavramı devreye giriyor.
BAD BANK nedir?
Bankacılık sistemindeki riskli krediler yani tahsilatı gecikmiş alacaklar (TGA) bankaların sırtında ciddi bir yük oluşturuyor. Buna karşılık bankaların tespit ettiği bu riskli krediler yeni kurulan bir banka veya finansal kuruluşa devredilirse söz konusu bu finansal kuruluşa BAD BANK deniyor. Peki hangi "piyasa enayisi" riskli kredileri devralmak isteyecektir? Cevap kimse... Bu sebeple bu riskli kredileri devralacak bankanın bir kamu bankası olması gerekir.
Berat Albayrak doğrudan "Bad Bank" kavramını YEP'te zikretmedi, ancak tahsili gecikmiş alacaklar (TGA) için "yeni bir yapı" kurulması fikri tüm iktisatçıların aklına "Bad Bank" kavramını getiriyor. Eğer bankalarının riskli krediler için karşılık ayırması istenmeden kamuya devredilmesi söz konusu olursa bu uygulama aynı zamanda bankacılık sektörünün risklerinin vergi mükelleflerinin sırtına yüklenmesi anlamına gelir. Bali, ekonomik aktörler içinde bu kavramı kullanarak "pandora'nın kutusunu" açmış oldu. Bundan sonra "kötü banka" deyimini daha sık duyabiliriz.
Yoksulların Bilmediği Krizden Çıkış Yolları
Türkiye'de toplam gelirin yaklaşık olarak %20'si tüketilmiyor, başka bir deyişle tasarruf ediliyor. 2018 yılı için 750 milyar $ toplam gelirimizin olduğunu düşünürsek bu gelirin 600 milyarı tüketilecek, geri kalan 150 milyar $'ı ise tasarruf edilmiş olacaktır.
Bu 150 milyar $ kimin parasıdır ve nerede saklanır? Kendinizden pay biçin. Aylık veya yıllık gelirinizin ne kadarını tasarruf ediyorsunuz. Yani para biriktirebiliyor musunuz? Biriktiriyorsanız, bu 150 milyarın bir kısmında sizin de payınız var demektir.
Şimdi yeni bir soru, biriktirdiğiniz parayı nerede saklıyorsunuz? Türk Lirası'nın sürekli değer kaybettiği bir atmosferde paranızı TL cinsinden evde tutmak akıllıca bir davranış değildir. Bunun yerine paranızı bankaya yatırabilir, döviz alabilir, tahvil-bono veya hisse senedine çevirebilirsiniz.
Bunları okurken, bir kısmınız "ancak o kadar param" yok diyebilir. Tasalanmayın, bu yazı parası olanların bu krizden nasıl "yırttığını" anlatmak için yazılıyor. Eğer para biriktiremiyorsanız ve hükümet sizden fedakarlık bekleyen açıklamalar yapıyorsa sizin için vaziyet pek hayra alamet değil. Ama tasarrufunuz varsa yani zenginseniz, alabileceğiniz risklerle orantılı biçimde para kazanma ihtimaliniz de artar. Böylece bu krizden hasarsız çıkabildiğiniz gibi ekstra para da kazanabilirsiniz. Unutmayın ne kadar çok risk alırsanız o kadar çok para kazanırsınız. Peki neler yapabilirsiniz?
1. Döviz Mevduat hesabı açabilirsiniz.
Tasarruf ettiğiniz parayı bir bankaya götürüp, bu parayla döviz cinsinden mevduat hesabı açabilirsiniz. %2-3 bandında bir faiz geliri elde etmenin yanı sıra aynı zamanda kurdaki değer artışlarından da faydalanırsınız.
2. TL mevduat hesabı açabilirsiniz.
Tasarruf ettiğiniz parayı "yerli ve milli" davranarak TL'de tutarak bankaya yatırabilirsiniz. Bu durumda kurdaki değer artışından faydalanamazsınız fakat %26-27 lik mevduat faizlerinden istifade edebilirsiniz. Burada dikkat etmeniz gereken gösterge beklenen enflasyon olmalı. Eğer bankanızın size teklif ettiği faiz oranı beklenen enflasyonun altındaysa reel olarak para kaybedersiniz. Böyle bir getiriyi tercih etmeyin. (Beklenen enflasyonu sizler için TCMB tahmin eder.)
DİKKAT: Eğer tasarrufunuz 200 bin tl üzerindeyse, tavsiye odur ki, bankaların şubeleri ile iletişime geçmektense , özel bankacılık birimleriyle iletişime geçiniz. Bu şekilde hem daha fazla faiz getiri elde eder, hem de kimi kampanyalardan faydalanabilirsiniz.
TL mevduat hesabı, alternatifler içinde en az riskli olanıdır. Çünkü günün sonunda ana paranıza bir halel gelmez. Ana paranın üzerine faiz geliri elde edersiniz. Risk düşük olduğu için malesef getirisi de düşüktür. Yine de %26-27 getiri az değil. :)
3. Tahvil-Bono satın alabilirsiniz.
Tahvil ve bonolar borçlanma kağıtlarıdır. Tahvilden kasıt uzun vadeli (1 yıldan uzun) borçlanma kağıdı, bonodan kasıt ise kısa vadeli (1 yıldan kısa) borç kağıdı olmalarıdır. Paranızı bu kriz günlerinde 90 veya 180 günlük banka bonoları alarak tutabilirsiniz. Bu bonolar arzu ederseniz sizlere eurobond şeklinde döviz cinsinden de satılabilir. Böylece kurdaki olası değer artışından da istifade edebilirsiniz. Eğer banka bonolarını tercih etmiyorsanız, devletimizin ihraç ettiği hazine bonolarına veya devlet tahvillerine yönelebilirsiniz.
Tahvil ve bono da risk açısından mevduata benzerler. Riski ve dolayısıyla getirisi düşüktür. Yılda yalnızca %25 bandında getiri elde edersiniz. Ancak unutmayın bunun yaklaşık olarak %23-24'ü enflasyon nedeniyle eriyecektir.
4. Gayrimenkul satın alabilirsiniz.
Bu iş ciddi anlamda uzmanlık gerektiriyor. Gayrimenkulü satın alırken hem değerinin üzerinde para vermemek gerekiyor, hem de ilerideki değer artışını öngörmek gerekiyor. Ancak bir yatırım danışmanından tavsiye alarak girilen konut yatırımı son derece karlı olabilir. Dikkat ederseniz gayrimenkul yatırımı, mevduat-tahvil-bono'dan daha risklidir. çünkü günün sonunda anaparanızın da azalma ihtimali bulunur. Bu sebeple getirisi tahvil-bono- mevudattan daha fazla değilse, gayrimenkul yatırımı tavsiye edilmez.
Bunun yerine bankaların Gayrimenkul Yatırım Ortaklıkları (GYO) dedikleri şirketlerin hisse senetlerinden alarak, gayrimenkul getirisi de elde edebilirsiniz. Bu şekilde sizler adına doğru yatırımı yapmaya çalışan bir yatırım danışmanınız olmuş olur.
5. Borsaya girebilirsiniz.
Riski çok olmakla beraber, getirisi de aynı derecede yüksek olabilir. Burada ana paranızın da bir kısmını kaybetme riskiniz bulunuyor. Eğer ki riski azaltayım derseniz. BİST30 kağıtlarından satın alabilirsiniz. BİST30 Borsa İstanbul'da işlem gören en büyük 30 şirketin hisselerinden oluşan bir portföydür.
Bunun yanı sıra borsa işlemleri yapmak günün 24 saatini ayırmanız gereken bir iş olduğundan kendinize bir yatırım danışmanı tutmalısınız. Bu sayede şirketlerin bilançolarını, yatırım kararlarını sermaye yeterlilik oranlarını takip eden bir danışmanınız tasarrufunuza yön verecektir.
6. Altın alabilirsiniz.
Yine mevduat-bono-tahvil'den daha risklidir, çünkü anaparanızın erime ihtimali bulunur, bu sebeple getirisi de daha çok olmalıdır. Eğer altından beklediğiniz getiri yıllık %25'in altındaysa böyle bir yatırım doğru olmaz.
Öte yandan artık günümüzde altın mevduat hesabı da açtırabilirsiniz. Hem altın fiyatlarındaki artıştan getiri elde etmiş olur, hem de altın tutarınıza bir de faiz geliri elde edebilirsiniz.
Buraya kadar okuduktan sonra "ancak param yok, ben ücretli bir çalışanım" diyorsanız, krizin yükünü siz çekeceksiniz demektir. Hatta daha acıklısı yukarıdaki alternatiflerden getiri elde edenler sizin ürettiğiniz değerden getiri elde ediyorlar. Velev ki 100 liralık bir mal veya hizmet üretiyorsanız bunun 50 lirası size ücret olarak ödeniyor, 20 lirası işverenin cebine kar olarak giriyor, 30 lirası da işvereninize borç veren bankanın cebine gidiyor. Banka elde ettiği 30 liranın 25 lirasını ise kendisine mevduat hesabı açtıran zengine ödüyor. Yani işin sonunda 25 liralık getiri elde eden mevduat sahibi aslında sizin ürettiğiniz mal ve hizmetten nemalanmış oluyor.
İşçi ücretleri işçilerin cebinden kesilen paralarla oluşturulan İşsizlik Sigortası Fonundan ödensin diyenleri duyunca söz konusu "açgözlülük" karşısında böyle bir yazı kaleme aldım.
Okuduğunuz için teşekkür ederim.
Bu 150 milyar $ kimin parasıdır ve nerede saklanır? Kendinizden pay biçin. Aylık veya yıllık gelirinizin ne kadarını tasarruf ediyorsunuz. Yani para biriktirebiliyor musunuz? Biriktiriyorsanız, bu 150 milyarın bir kısmında sizin de payınız var demektir.
Şimdi yeni bir soru, biriktirdiğiniz parayı nerede saklıyorsunuz? Türk Lirası'nın sürekli değer kaybettiği bir atmosferde paranızı TL cinsinden evde tutmak akıllıca bir davranış değildir. Bunun yerine paranızı bankaya yatırabilir, döviz alabilir, tahvil-bono veya hisse senedine çevirebilirsiniz.
Bunları okurken, bir kısmınız "ancak o kadar param" yok diyebilir. Tasalanmayın, bu yazı parası olanların bu krizden nasıl "yırttığını" anlatmak için yazılıyor. Eğer para biriktiremiyorsanız ve hükümet sizden fedakarlık bekleyen açıklamalar yapıyorsa sizin için vaziyet pek hayra alamet değil. Ama tasarrufunuz varsa yani zenginseniz, alabileceğiniz risklerle orantılı biçimde para kazanma ihtimaliniz de artar. Böylece bu krizden hasarsız çıkabildiğiniz gibi ekstra para da kazanabilirsiniz. Unutmayın ne kadar çok risk alırsanız o kadar çok para kazanırsınız. Peki neler yapabilirsiniz?
1. Döviz Mevduat hesabı açabilirsiniz.
Tasarruf ettiğiniz parayı bir bankaya götürüp, bu parayla döviz cinsinden mevduat hesabı açabilirsiniz. %2-3 bandında bir faiz geliri elde etmenin yanı sıra aynı zamanda kurdaki değer artışlarından da faydalanırsınız.
2. TL mevduat hesabı açabilirsiniz.
Tasarruf ettiğiniz parayı "yerli ve milli" davranarak TL'de tutarak bankaya yatırabilirsiniz. Bu durumda kurdaki değer artışından faydalanamazsınız fakat %26-27 lik mevduat faizlerinden istifade edebilirsiniz. Burada dikkat etmeniz gereken gösterge beklenen enflasyon olmalı. Eğer bankanızın size teklif ettiği faiz oranı beklenen enflasyonun altındaysa reel olarak para kaybedersiniz. Böyle bir getiriyi tercih etmeyin. (Beklenen enflasyonu sizler için TCMB tahmin eder.)
DİKKAT: Eğer tasarrufunuz 200 bin tl üzerindeyse, tavsiye odur ki, bankaların şubeleri ile iletişime geçmektense , özel bankacılık birimleriyle iletişime geçiniz. Bu şekilde hem daha fazla faiz getiri elde eder, hem de kimi kampanyalardan faydalanabilirsiniz.
TL mevduat hesabı, alternatifler içinde en az riskli olanıdır. Çünkü günün sonunda ana paranıza bir halel gelmez. Ana paranın üzerine faiz geliri elde edersiniz. Risk düşük olduğu için malesef getirisi de düşüktür. Yine de %26-27 getiri az değil. :)
3. Tahvil-Bono satın alabilirsiniz.
Tahvil ve bonolar borçlanma kağıtlarıdır. Tahvilden kasıt uzun vadeli (1 yıldan uzun) borçlanma kağıdı, bonodan kasıt ise kısa vadeli (1 yıldan kısa) borç kağıdı olmalarıdır. Paranızı bu kriz günlerinde 90 veya 180 günlük banka bonoları alarak tutabilirsiniz. Bu bonolar arzu ederseniz sizlere eurobond şeklinde döviz cinsinden de satılabilir. Böylece kurdaki olası değer artışından da istifade edebilirsiniz. Eğer banka bonolarını tercih etmiyorsanız, devletimizin ihraç ettiği hazine bonolarına veya devlet tahvillerine yönelebilirsiniz.
Tahvil ve bono da risk açısından mevduata benzerler. Riski ve dolayısıyla getirisi düşüktür. Yılda yalnızca %25 bandında getiri elde edersiniz. Ancak unutmayın bunun yaklaşık olarak %23-24'ü enflasyon nedeniyle eriyecektir.
4. Gayrimenkul satın alabilirsiniz.
Bu iş ciddi anlamda uzmanlık gerektiriyor. Gayrimenkulü satın alırken hem değerinin üzerinde para vermemek gerekiyor, hem de ilerideki değer artışını öngörmek gerekiyor. Ancak bir yatırım danışmanından tavsiye alarak girilen konut yatırımı son derece karlı olabilir. Dikkat ederseniz gayrimenkul yatırımı, mevduat-tahvil-bono'dan daha risklidir. çünkü günün sonunda anaparanızın da azalma ihtimali bulunur. Bu sebeple getirisi tahvil-bono- mevudattan daha fazla değilse, gayrimenkul yatırımı tavsiye edilmez.
Bunun yerine bankaların Gayrimenkul Yatırım Ortaklıkları (GYO) dedikleri şirketlerin hisse senetlerinden alarak, gayrimenkul getirisi de elde edebilirsiniz. Bu şekilde sizler adına doğru yatırımı yapmaya çalışan bir yatırım danışmanınız olmuş olur.
5. Borsaya girebilirsiniz.
Riski çok olmakla beraber, getirisi de aynı derecede yüksek olabilir. Burada ana paranızın da bir kısmını kaybetme riskiniz bulunuyor. Eğer ki riski azaltayım derseniz. BİST30 kağıtlarından satın alabilirsiniz. BİST30 Borsa İstanbul'da işlem gören en büyük 30 şirketin hisselerinden oluşan bir portföydür.
Bunun yanı sıra borsa işlemleri yapmak günün 24 saatini ayırmanız gereken bir iş olduğundan kendinize bir yatırım danışmanı tutmalısınız. Bu sayede şirketlerin bilançolarını, yatırım kararlarını sermaye yeterlilik oranlarını takip eden bir danışmanınız tasarrufunuza yön verecektir.
6. Altın alabilirsiniz.
Yine mevduat-bono-tahvil'den daha risklidir, çünkü anaparanızın erime ihtimali bulunur, bu sebeple getirisi de daha çok olmalıdır. Eğer altından beklediğiniz getiri yıllık %25'in altındaysa böyle bir yatırım doğru olmaz.
Öte yandan artık günümüzde altın mevduat hesabı da açtırabilirsiniz. Hem altın fiyatlarındaki artıştan getiri elde etmiş olur, hem de altın tutarınıza bir de faiz geliri elde edebilirsiniz.
Buraya kadar okuduktan sonra "ancak param yok, ben ücretli bir çalışanım" diyorsanız, krizin yükünü siz çekeceksiniz demektir. Hatta daha acıklısı yukarıdaki alternatiflerden getiri elde edenler sizin ürettiğiniz değerden getiri elde ediyorlar. Velev ki 100 liralık bir mal veya hizmet üretiyorsanız bunun 50 lirası size ücret olarak ödeniyor, 20 lirası işverenin cebine kar olarak giriyor, 30 lirası da işvereninize borç veren bankanın cebine gidiyor. Banka elde ettiği 30 liranın 25 lirasını ise kendisine mevduat hesabı açtıran zengine ödüyor. Yani işin sonunda 25 liralık getiri elde eden mevduat sahibi aslında sizin ürettiğiniz mal ve hizmetten nemalanmış oluyor.
İşçi ücretleri işçilerin cebinden kesilen paralarla oluşturulan İşsizlik Sigortası Fonundan ödensin diyenleri duyunca söz konusu "açgözlülük" karşısında böyle bir yazı kaleme aldım.
Okuduğunuz için teşekkür ederim.
Enflasyon Vergisi ve La Casa De Papel
Ekonomi öğrenmeye başlamak "devlet, borçlarını neden para basarak ödemiyor" sorusunu sormamızla başlıyor çoğu zaman.
Bu sorunun cevabını şu şekilde örneklendirelim; varsayalım ki bulunduğunuz muhit, (mahalle, köy veya semt) dışarıya kapansın ve gökten zembille herkesin cebine 100 bin tl konsun. Ardından bir anda telefonlarınız çalsın, eşiniz, arkadaşlarınız, aileniz size maaşlarında olağanüstü bir zam aldıkları müjdesini versinler. Bütün çevreniz ayda ortalama 150 bin tl kazanmaya başlasın.
Örneği 1 saniye düşünelim ve soralım. Bu durumda zenginleştik mi?
Birçoğunuzun cevabı evet olabilir. Ancak bu semtte şöyle bir dolaşalım isterseniz. Bir kahveye oturun, bir çay söyleyin, fiyatının ne olacağını düşünüyorsunuz? Artık 1 liraya çay hayaldir. İnsanlar serbest piyasa sisteminde mal ver hizmetleri satın alabilmek için rekabet ederler. Herkesin çok parası olduğu böyle bir örnekte çay da çok pahalı olacaktır. Başka bir deyişle para miktarının artması demek, satın alabildiğiniz mal miktarının artması demek değildir.
Ancak; şimdi örneği biraz değiştirelim. Gökten zembille yalnızca sizin cebinize 100 bin tl konsa, bu sizin zenginleşmeniz anlamına gelirdi. Çünkü diğer insanlara karşı çok ciddi bir rekabet gücü kazanmış olurdunuz.
Devlet para basarak gelir elde edebilir mi? Elbette edebilir, ama bu çok ahlaksızca olurdu. Bu durumda devlet zenginleşecek, ancak enflasyon yüzünden siz fakirleşecektiniz. Bu sebeple devletlerin para basarak gelir elde etmesine senyoraj geliri veya Enflasyon vergisi denmektedir.
La Casa de Papel dizisini hatırlayın, AB merkez bankasının para basarak bankalara likidite enjeksiyonu yapmasına karşı bir grup eylemci darphaneyi soyarak tepki gösteriyordu. Enflasyon çoğu zaman görünmez. Enflasyon bir anda oluşmaz, enflasyon yaratılır. Neden olduğu piyasadaki para miktarı ile ilgilidir.
Bu sorunun cevabını şu şekilde örneklendirelim; varsayalım ki bulunduğunuz muhit, (mahalle, köy veya semt) dışarıya kapansın ve gökten zembille herkesin cebine 100 bin tl konsun. Ardından bir anda telefonlarınız çalsın, eşiniz, arkadaşlarınız, aileniz size maaşlarında olağanüstü bir zam aldıkları müjdesini versinler. Bütün çevreniz ayda ortalama 150 bin tl kazanmaya başlasın.
Örneği 1 saniye düşünelim ve soralım. Bu durumda zenginleştik mi?
Birçoğunuzun cevabı evet olabilir. Ancak bu semtte şöyle bir dolaşalım isterseniz. Bir kahveye oturun, bir çay söyleyin, fiyatının ne olacağını düşünüyorsunuz? Artık 1 liraya çay hayaldir. İnsanlar serbest piyasa sisteminde mal ver hizmetleri satın alabilmek için rekabet ederler. Herkesin çok parası olduğu böyle bir örnekte çay da çok pahalı olacaktır. Başka bir deyişle para miktarının artması demek, satın alabildiğiniz mal miktarının artması demek değildir.
Ancak; şimdi örneği biraz değiştirelim. Gökten zembille yalnızca sizin cebinize 100 bin tl konsa, bu sizin zenginleşmeniz anlamına gelirdi. Çünkü diğer insanlara karşı çok ciddi bir rekabet gücü kazanmış olurdunuz.
Devlet para basarak gelir elde edebilir mi? Elbette edebilir, ama bu çok ahlaksızca olurdu. Bu durumda devlet zenginleşecek, ancak enflasyon yüzünden siz fakirleşecektiniz. Bu sebeple devletlerin para basarak gelir elde etmesine senyoraj geliri veya Enflasyon vergisi denmektedir.
La Casa de Papel dizisini hatırlayın, AB merkez bankasının para basarak bankalara likidite enjeksiyonu yapmasına karşı bir grup eylemci darphaneyi soyarak tepki gösteriyordu. Enflasyon çoğu zaman görünmez. Enflasyon bir anda oluşmaz, enflasyon yaratılır. Neden olduğu piyasadaki para miktarı ile ilgilidir.
Gini Katsayısı Nedir?
Gini katsayısı bir ülkenin gelir dağılımına ilişkin veri sunan en temel sayısal ifadedir. İlk kez 1912 de Corrado Gini tarafından geliştirilmiştir.
Aslında Gini Katsayısının temeli gelir dağılımına ilişkin bir başka çalışma olan Lorenz analizinden türetilmiştir. Aşağıdaki şekil incelendiğinde Lorenz Eğrisinin Toplam gelirin nüfusa nasıl dağıldığını gösteren bir şekil olduğu fark edilecektir. Kırmızı çizgi eş bölüşüm doğrusu veya mutlak eşitlik doğrusu adıyla anılır. Mavi eğri ise gelir dağılımındaki bozulmaları ifade eder. İşte Gini katsayısı şekildeki A bölgesinin A+B bölgesine oranlanmasıyla bulunur.
Matematiğin kuralı gereği A/A+B gibi bir ifade A ve B pozitif sayılar ise 0 ile 1 arasında değer alır. Bu ifadenin 0 olması demek şekildeki mavi çizginin kırmızı çizginin üzerinde çizilerek A bölgesinin ortadan kalkması demektir ki bu da gelir dağılımında mutlak bir eşitliği ifade eder. Bu durumda herkes o ülkenin kişisel geliri kadar gelir elde edecektir.
1 olması ise toplam gelirin tek bir kişinin elinde toplandığı en eşitsiz durumu oluşturur.
Yani Gini katsasayısının 0'a yaklaşması iyi, 1'e yaklaşması kötüdür.
Türkiye OECD ülkeleri arasında en kötü gelir dağılımına sahip 3. ülkedir. (en kötü, şili ve meksika)
Aslında Gini Katsayısının temeli gelir dağılımına ilişkin bir başka çalışma olan Lorenz analizinden türetilmiştir. Aşağıdaki şekil incelendiğinde Lorenz Eğrisinin Toplam gelirin nüfusa nasıl dağıldığını gösteren bir şekil olduğu fark edilecektir. Kırmızı çizgi eş bölüşüm doğrusu veya mutlak eşitlik doğrusu adıyla anılır. Mavi eğri ise gelir dağılımındaki bozulmaları ifade eder. İşte Gini katsayısı şekildeki A bölgesinin A+B bölgesine oranlanmasıyla bulunur.
Matematiğin kuralı gereği A/A+B gibi bir ifade A ve B pozitif sayılar ise 0 ile 1 arasında değer alır. Bu ifadenin 0 olması demek şekildeki mavi çizginin kırmızı çizginin üzerinde çizilerek A bölgesinin ortadan kalkması demektir ki bu da gelir dağılımında mutlak bir eşitliği ifade eder. Bu durumda herkes o ülkenin kişisel geliri kadar gelir elde edecektir.
1 olması ise toplam gelirin tek bir kişinin elinde toplandığı en eşitsiz durumu oluşturur.
Yani Gini katsasayısının 0'a yaklaşması iyi, 1'e yaklaşması kötüdür.
Türkiye OECD ülkeleri arasında en kötü gelir dağılımına sahip 3. ülkedir. (en kötü, şili ve meksika)
Talep esnekliği ve Bein Sport
Talep kanunu der ki, bir malın fiyatındaki yukarı yönlü değişimler, mala dönük talebi azaltır. Ancak fiyattaki değişimler her malın talebini aynı oranda değiştirmez. Örneğin zorunlu bir mal olan suyu ele alalım. Su ne kadar pahalı hale gelirse gelsin, insanlar su tüketmeye devam edecektir. Ancak örneğin zorunlu olmayan bir mal olan pastada durum biraz daha farklı.
Özetle talep esnekliği bir malın fiyatındaki %1 değişimin talep edilen miktarda % kaç değişiklik olduğunu göstermektedir.
Matematiksel ifade ile,
talep esnekliği= Talep edilen miktardaki değişim / fiyattaki değişim ile bulunabilir.
Bu formülden yola çıkarak örneğin suyun talep esnekliğinin 0'a yakın olduğunu söyleyebiliriz.
Gelelim Bein Sport'un durumuna. Bilmeyenler için Bein Sport spor müsabakalarının yayıncı tekeli. Şampiyonlar ligi maçlarını Türkiye'de yayınlayabilmek için UEFA'dan maçın haklarını euro cinsinden satın alıyor. Bu haliyle Bein Sport, UEFA ile kurduğu ilişkide tüketici (talep eden) pozisyonunda. Öte yandan, Bein Sport bu maçı Türkiye'de yayınlayarak reklamlardan TL geliri elde ediyor. Bu haliyle Bein Sport, biz taraftarla kurduğu ilişkide üretici (arz eden) pozisyonunda.
Maç yayınları zorunlu yani biolojik hayatın devam edebilmesi için şart olan bir mal olsaydı mevcut durumda hiç bir sorun çıkmayacaktı. Çünkü Bein Sport artan maliyet artışını aynen fiyata yansıtabilecekti. Ancak maç yayınlarının talep esnekliği yüksektir ve fiyat değişimlerine duyarlıdır. Bu sebeple Bein Sport bir su satıcısı gibi rahatlıkla fiyatını arttıramaz. Maliyet artışını doğrudan fiyata yansıtamaz. Bein Sport'un satın alma maliyetleri kurdaki yukarı yönlü dalgalanma yüzünden artmakta, öte yandan gelirleri de TL değer kaybettiği için azalmaktadır. Bu tip durumlarda şirketlerin rasyonel davranışı "kar yoksa üretim de yok" diyerek piyasadan çekilmektir.
Enflasyonist kriz ortamlarında yatırım yapılacak en verimli sektörler zorunlu mal ve hizmetlerin yani talep esnekliği düşük malların sektörleridir. Yakın zamanda ithalata bağımlı ve talep esnekliği yüksek mal satan elektronik eşya, ithal giyim vb. sektörlerde daha büyük iflaslar göreceğiz.
Santa Claus Sendromu (SCS) Nedir?
Türkiye'nin mali yapısını incelerken karşımıza çokça çıkan veya çıkması gereken kavramların başında Santa Claus Sendromu gelmektedir. Santa Claus bildiğiniz üzere Noel Baba'yı ifade ediyor. Literatür biraz da esprili bir dille kamunun yaptığı harcamaların vatandaşlarca hediye olarak zannedilmesine Santa Claus Sendromu adını vermiştir.
Teknik bir ifade ile SCS vatandaşların kamu harcamalarının alternatif maliyetini algıyamama sorunudur. Vatandaşlar kamu harcamalarının kendi ceplerinden çıkan vergilerle yapıldığını çözememe sonucunda daha fazla kamu harcaması talep ederler. Başka bir deyişle kamu hizmetini bedava zannederek hizmetin gerekliliğini tartışmazlar. Kamunun yaptığı harcamalar bedava zannedilirse, bütçe verimsizleşir, denetim demokratik mekanizmalardan gittikçe uzaklaşır. Sendrom mali anesteziden beslenir popülizmin önünü açar.
http://www.diken.com.tr/camlicadaki-caminin-altin-heykeli-yapildi-maliyeti-32-milyon-lira/
Yukarıdaki haberde, Santa Claus etkisini açıkça görmekteyiz. Üsküdar belediyesi, belediyenin sergi salonunda 233 kg altın kullanılarak yapılan bir cami maketini sergilemektedir. Vatandaşların çoğu bu hizmetten memnundur. Halbuki bu cami maketinin alternatif maliyetleri bir veya birkaç okul yaptırmak bir kütüphane veya laboratuvar oluşturmak olabilirdi.
Teknik bir ifade ile SCS vatandaşların kamu harcamalarının alternatif maliyetini algıyamama sorunudur. Vatandaşlar kamu harcamalarının kendi ceplerinden çıkan vergilerle yapıldığını çözememe sonucunda daha fazla kamu harcaması talep ederler. Başka bir deyişle kamu hizmetini bedava zannederek hizmetin gerekliliğini tartışmazlar. Kamunun yaptığı harcamalar bedava zannedilirse, bütçe verimsizleşir, denetim demokratik mekanizmalardan gittikçe uzaklaşır. Sendrom mali anesteziden beslenir popülizmin önünü açar.
http://www.diken.com.tr/camlicadaki-caminin-altin-heykeli-yapildi-maliyeti-32-milyon-lira/
Yukarıdaki haberde, Santa Claus etkisini açıkça görmekteyiz. Üsküdar belediyesi, belediyenin sergi salonunda 233 kg altın kullanılarak yapılan bir cami maketini sergilemektedir. Vatandaşların çoğu bu hizmetten memnundur. Halbuki bu cami maketinin alternatif maliyetleri bir veya birkaç okul yaptırmak bir kütüphane veya laboratuvar oluşturmak olabilirdi.
Orta Vadeli Program Ne demektir?
Orta Vadeli Program nedir?
Orta Vadeli Program, mali mevzuatımızda bütçe hazırlık sürecinin ilk aşaması olarak tanımlanan, 3 yıllık makro ekonomik göstergeleri, iktidarın hedeflerini ve politika çerçevesini belirleyen metindir. 5018 Sayılı kanuna göre Eylül ayının ilk haftasının sonuna kadar açıklanır.* Bu süreçte yetkili kurum değişen anayasa ile Cumhurbaşkanlığı'na bağlı Bütçe ve Strateji Başkanlığı oldu. Eskiden yetkili kurum Kalkınma Bakanlığı idi.
OVP'nin önemi nedir?
OVP sayesinde ekonomik aktörler (üreticiler, tüketiciler ve dış alem) hükümetin 3 yıllık beklentilerini, hedeflerini ve neler yapacağını öğrenirler ve bu hedefler doğrultusunda hareket ederler. Örneğin OVP'de ortaya çıkan enflasyon beklentisine göre piyasadan borçlanır veya piyasaya borç verirler.
Önümüzdeki OVP'den beklenen nedir?
TCMB'nin 13 Eylül'deki şok faiz arttırımı ile daraltıcı para politikası ile enflasyonla mücadeleye girişti. Fakat daraltıcı para politikasına karşılık bütçe açıkları aynen devam ederse TCMB'nin daraltıcı politikası etkinliğini kaybediyor. Bu sebeple tıpkı para politikasında olduğu gibi maliye politikasında da (yani bütçede) sıkılaşmaya gidilmesi bekleniyor. Bunun anlamı ise daha fazla vergi fakat daha az harcama oluyor. Cumhurbaşkanı'nın 15 Eylül'de yatırımları durduracağız mealindeki açıklama da daraltıcı maliye politikasının sinyallerini veriyor. OVP ve ondan 1 hafta sonra açıklanacak olan Orta Vadeli Mali Plan'da hangi harcamaların kısılacağı, hangi vergilerin arttırılacağı ve ekonomik göstergelerdeki beklentileri öğrenmiş olacağız.
*OVP'nin açıklanması geciktikçe ekonomik aktörlerin hükümete olan güveni kayboluyor. Zira eylül ayının ilk haftasının sonuna dek açıklanması kanun tarafından hükme bağlanmış bu metin 17 eylül itibariyle henüz yayınlanmış değil. Bu durum ekonomi yönetiminin kararlı olmadığı izlenimi uyandırıyor.
Enflasyon, deflasyon , işsizlik nedir?
Sorularla ekonomi; Enflasyon, deflasyon, işsizlik nedir?
Ekonomik istikrar bir piyasada fiyatlar genel seviyesinin yükselme veya düşme eğiliminde olmaması ve bununla beraber tam istihdamın sağlanması durumudur. Bunun dışındaki durumlara ise ekonomik istikrarsızlık adı verilir. Yani Ekonomik istikrarsızlık durumunda piyasalarda enflasyon veya deflasyon görülürken bunlara işsizlik eşlik eder.
Bir piyasada alınıp satılan mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki yükselmeye enflasyon, düşmeye ise deflasyon adı verilir. Ancak günümüzde %1-3 bandındaki enflasyon yani ılımlı enflasyon piyasaların işleyişi açısından olumlu kabul edilir bu sebeple ekonomik istikrarsızlık olarak kabul edilmez.
Öte yandan aktif işgücü (15-65 yaş arası) içinde olan, cari ücret seviyesinde çalışmaya razı olmakla beraber iş bulamayan kişilere de işsiz diyoruz. Bu işsizleri belli bir üretime katılan veya katılmaya hazır işgücüne oranlarsak bulduğumuz oran ise bize işsizlik oranını veriyor.
İŞSİZLİK ORANI= İŞSİZ SAYISI / İŞGÜCÜ
Fakat istihdama ilişkin tek önemli veri işsizlik oranı değildir. Dikkat ederseniz işsiz olabilmeniz için iş arıyor olmanız gerekir. Ancak örneğin ev hanımları, örneğin öğrenciler, örneğin iş aramaktan bir sebeple vazgeçmiş kişiler işgücü içinde olmakla beraber çalışmamaktadır. işte bu veriye ulaşabilmek adına işgücüne hangi oranla katıldığımızı inceleriz.
İŞ GÜCÜNE KATILIM ORANI = İŞGÜCÜ / ÇALIŞMA ÇAĞINDAKİ NÜFUS
İş gücüne katılım oranı ne kadar yüksekse emeğin iş hayatına girme önündeki engelleri o denli düşüktür denebilir, ancak iş gücüne katılım oranı düşükse o ülkede ya çok zengin doğal maden yatakları vardır (BAE, Suudi Arabistan vb) ya da toplumun belli bir kesiminin işgücüne katılmasının önünde ciddi engeller vardır. Kadınlar gibi...
Ekonomik istikrar bir piyasada fiyatlar genel seviyesinin yükselme veya düşme eğiliminde olmaması ve bununla beraber tam istihdamın sağlanması durumudur. Bunun dışındaki durumlara ise ekonomik istikrarsızlık adı verilir. Yani Ekonomik istikrarsızlık durumunda piyasalarda enflasyon veya deflasyon görülürken bunlara işsizlik eşlik eder.
Bir piyasada alınıp satılan mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki yükselmeye enflasyon, düşmeye ise deflasyon adı verilir. Ancak günümüzde %1-3 bandındaki enflasyon yani ılımlı enflasyon piyasaların işleyişi açısından olumlu kabul edilir bu sebeple ekonomik istikrarsızlık olarak kabul edilmez.
Öte yandan aktif işgücü (15-65 yaş arası) içinde olan, cari ücret seviyesinde çalışmaya razı olmakla beraber iş bulamayan kişilere de işsiz diyoruz. Bu işsizleri belli bir üretime katılan veya katılmaya hazır işgücüne oranlarsak bulduğumuz oran ise bize işsizlik oranını veriyor.
İŞSİZLİK ORANI= İŞSİZ SAYISI / İŞGÜCÜ
Fakat istihdama ilişkin tek önemli veri işsizlik oranı değildir. Dikkat ederseniz işsiz olabilmeniz için iş arıyor olmanız gerekir. Ancak örneğin ev hanımları, örneğin öğrenciler, örneğin iş aramaktan bir sebeple vazgeçmiş kişiler işgücü içinde olmakla beraber çalışmamaktadır. işte bu veriye ulaşabilmek adına işgücüne hangi oranla katıldığımızı inceleriz.
İŞ GÜCÜNE KATILIM ORANI = İŞGÜCÜ / ÇALIŞMA ÇAĞINDAKİ NÜFUS
İş gücüne katılım oranı ne kadar yüksekse emeğin iş hayatına girme önündeki engelleri o denli düşüktür denebilir, ancak iş gücüne katılım oranı düşükse o ülkede ya çok zengin doğal maden yatakları vardır (BAE, Suudi Arabistan vb) ya da toplumun belli bir kesiminin işgücüne katılmasının önünde ciddi engeller vardır. Kadınlar gibi...
Mali Anestezi Nedir veya Affedersiniz Vergi Dairesi Nerede Acaba?
Mali anestezi nedir?
Mali anestezi vergi ödeyen kişilerin vergi ödediğini farkına varmaması sorunudur. Sağlıklı işleyen bir vergi sisteminde vergi mükellefleri ödedikleri verginin cinsi ve tutarını bilmelidirler. Aksi halde farkına varılmadan alınan vergilerle finanse edilen bir devletin vatandaşları kamu hizmetlerini iktidar sahiplerinin cebinden karşıladığı ve bedava olduğu fikrine kapılırlar ki bu durumda hep daha fazla kamu harcaması talep ederler. Bu duruma ise mali aldanma diyoruz.
Mali anestezi Türk Vergi Sistemi’nin de temel sorunudur. Türkiye’de ücret geliri sahibi biriyseniz bağlı bulunduğunuz vergi dairesini görmeden yıllarca yaşayabilirsiniz. Çünkü geliriniz için alınan vergi ücretinizden kesilerek tahsil edilir. Bu tahsil yöntemine de stopaj adı verilmektedir. Örneğin bugün 2018 yılı itibariyle bekar bir asgari ücretliye aylık gelirini sorduğunuzda size 1603 TL diyecektir. Buna karşılık 2018 yılında asgari ücret 2029 tl’dir. Ancak bunun çeşitli kesintileri stopaj yoluyla ücretliden kesilmektedir. Aşağıda asgari ücretlinin muhatap olduğu kesintileri görmektesiniz.
Asgari Ücret 2018 Yasal Kesintileri
(01.01.2018 - 31.12.2018)
Brüt Ücret
2.029,50 TL
Sigorta Primi İşçi Payı
284,13 TL
İşsizlik Sigortası Primi İşçi Payı
20,30 TL
Gelir Vergisi Matrahı
1.725,08 TL
Gelir Vergisi
258,76 TL
Damga Vergisi
15,40 TL
Kesintiler Toplamı
578,59 TL
Ücretli kişiler, yani emeği ile geçinen milyonlarca insan, vergi ödemek için Vergi dairesine gitmez, Vergiyi ücretlerinden kesilen stopajlarla öderler ve çoğu zaman ödediklerinin farkında değillerdir.
Mali anestezi vergi ödeyen kişilerin vergi ödediğini farkına varmaması sorunudur. Sağlıklı işleyen bir vergi sisteminde vergi mükellefleri ödedikleri verginin cinsi ve tutarını bilmelidirler. Aksi halde farkına varılmadan alınan vergilerle finanse edilen bir devletin vatandaşları kamu hizmetlerini iktidar sahiplerinin cebinden karşıladığı ve bedava olduğu fikrine kapılırlar ki bu durumda hep daha fazla kamu harcaması talep ederler. Bu duruma ise mali aldanma diyoruz.
Mali anestezi Türk Vergi Sistemi’nin de temel sorunudur. Türkiye’de ücret geliri sahibi biriyseniz bağlı bulunduğunuz vergi dairesini görmeden yıllarca yaşayabilirsiniz. Çünkü geliriniz için alınan vergi ücretinizden kesilerek tahsil edilir. Bu tahsil yöntemine de stopaj adı verilmektedir. Örneğin bugün 2018 yılı itibariyle bekar bir asgari ücretliye aylık gelirini sorduğunuzda size 1603 TL diyecektir. Buna karşılık 2018 yılında asgari ücret 2029 tl’dir. Ancak bunun çeşitli kesintileri stopaj yoluyla ücretliden kesilmektedir. Aşağıda asgari ücretlinin muhatap olduğu kesintileri görmektesiniz.
Asgari Ücret 2018 Yasal Kesintileri
(01.01.2018 - 31.12.2018)
Brüt Ücret
2.029,50 TL
Sigorta Primi İşçi Payı
284,13 TL
İşsizlik Sigortası Primi İşçi Payı
20,30 TL
Gelir Vergisi Matrahı
1.725,08 TL
Gelir Vergisi
258,76 TL
Damga Vergisi
15,40 TL
Kesintiler Toplamı
578,59 TL
Ücretli kişiler, yani emeği ile geçinen milyonlarca insan, vergi ödemek için Vergi dairesine gitmez, Vergiyi ücretlerinden kesilen stopajlarla öderler ve çoğu zaman ödediklerinin farkında değillerdir.
Enflasyon ile Büyüme arasındaki ilişki ve trade off
Trade off, malesef Türkçeleştirirken zorlandığımız bir iktisadi kavram. Öyle arada derede kalan bir kavram da değil, son derece önemli ve iktisat biliminin de neredeyse temelini teşkil ediyor. Türkçeleştirmeye çalışsak, takas etmek, değiş tokuş etmek gibi çevrilebilir.
Ekonomi biliminde trade off bir karar verdiğinizde başkaca şeylerden vazgeçme zorunluluğunuzu ifade ediyor. Fırsat maliyeti (oportunity cost) kavramına benziyor. Halbuki fırsat maliyeti bir ekonomik kararı alırken vazgeçtiğiniz en yüksek faydayı ifade eder. Arada ince bir nüans var.
Ekonomik kararların tümüne içkindir trade off kavramı, mesela daha fazla kamu harcaması isterseniz daha fazla vergi ödemeyi göze almalısınız veya potansiyelin üzerinde büyümek isterseniz cari açık veya bütçe açığını göze almak zorundasınızdır.
Ya da günümüzü ilgilendiren çok güzel bir örnek, enflasyon ile mücadele etmek isterseniz, büyümekten vazgeçmek durumunda kalırsınız. Büyümekten vazgeçilmediği takdirde enflasyon sorunu ile başa çıkılamıyor.
Türkiye ekonomisinin 13 eylül'de yaşadığı da bu tercihin bir uzantısı oldu. Büyüme hedefinden vazgeçilerek, enflasyonla mücadele edilme kararı alındı. Tabii yalnızca enflasyonla mücadele değil, aynı zamanda kısa vadeli döviz cinsinden borçların geri ödenememesi riski yüzünden de faiz artışına gidildi. Faiz arttırarak uygulanan daraltıcı para politikasını, daraltıcı maliye politikası yani vergi arttırıp harcama kısan böylece bütçe açığını kapatan politika takip edecektir. Önümüzdeki günler büyümenin 0'a yaklaşacağı belki bazı aylar negatif seyredeceği günlere gebe.
Yani enflasyon ile büyüme arasında bir trade off ilişkisi var.
Ekonomi biliminde trade off bir karar verdiğinizde başkaca şeylerden vazgeçme zorunluluğunuzu ifade ediyor. Fırsat maliyeti (oportunity cost) kavramına benziyor. Halbuki fırsat maliyeti bir ekonomik kararı alırken vazgeçtiğiniz en yüksek faydayı ifade eder. Arada ince bir nüans var.
Ekonomik kararların tümüne içkindir trade off kavramı, mesela daha fazla kamu harcaması isterseniz daha fazla vergi ödemeyi göze almalısınız veya potansiyelin üzerinde büyümek isterseniz cari açık veya bütçe açığını göze almak zorundasınızdır.
Ya da günümüzü ilgilendiren çok güzel bir örnek, enflasyon ile mücadele etmek isterseniz, büyümekten vazgeçmek durumunda kalırsınız. Büyümekten vazgeçilmediği takdirde enflasyon sorunu ile başa çıkılamıyor.
Türkiye ekonomisinin 13 eylül'de yaşadığı da bu tercihin bir uzantısı oldu. Büyüme hedefinden vazgeçilerek, enflasyonla mücadele edilme kararı alındı. Tabii yalnızca enflasyonla mücadele değil, aynı zamanda kısa vadeli döviz cinsinden borçların geri ödenememesi riski yüzünden de faiz artışına gidildi. Faiz arttırarak uygulanan daraltıcı para politikasını, daraltıcı maliye politikası yani vergi arttırıp harcama kısan böylece bütçe açığını kapatan politika takip edecektir. Önümüzdeki günler büyümenin 0'a yaklaşacağı belki bazı aylar negatif seyredeceği günlere gebe.
Yani enflasyon ile büyüme arasında bir trade off ilişkisi var.
TCMB'nin faiz kararı sonrası ekonomik öngörüler ve demokratik muhalefetin görevleri.
13 Eylül 2018...
Piyasanın gözünü diktiği TCMB PPK faiz oranı düzenlemesini açıkladı. Rekor denebilecek bir artışla 625 baz puanlık bir faiz artışı geldi. Peki böylesi bir faiz artışı ana hatlarıyla ne anlama geliyor? Bu durum kısa vadede (1 yıl içinde) cebimizi nasıl etkileyecek?
Öncelikle TCMB'nin eylül ayı başında yaptığı enflasyonla her türlü aracı kullanacak biçimde kararlı mücadele sinyali sonraı radikal bir müdahale geleceği bekleniyordu. Beklentilerin de üzerine çıkan böylesi bir müdahale dolar kurunu 6 TL'ye kadar geriletti.
Merkez Bankalarının enflasyon ile mücadele ederken kullandıkları temel mücadele metodu daraltıcı para politikasıdır. Bu politika ile faizler yükseltilerek piyasaya sürülen yerli para miktarı azaltılır. Azalan şeyin değeri artar. Böylece yerli paranın alım gücü artarak enflasyon frenlenmiş olur.
Ancak ekonomi politikası enflasyon ile kararlı bir mücadeleyi hedefliyorsa, daraltıcı para politikasına daraltıcı maliye politikasının da eşlik etmesi gerekir. Yani piyasadaki para miktarı azaltılırken TCMB kadar önemli bir diğer unsur da hazinenin gelir ve giderleridir. Eğer bütçe giderleri bütçe gelirlerinden fazla olursa yine piyasadaki para miktarı artacak ve TCMB'nin daraltıcı politikası işe yaramayacaktır.
O halde, bizi bekleyen ve hane halkını daha çok ilgilendiren bu politikanın takipçisi bütçe politikası olacak. Beklenen o ki, vergiler artacak, harcamalar kısılacak. Ancak hangi vergilerin artacağı, hangi harcamaların kısılacağı muhalefetin ilgi alanına girmek zorunda. Yoksullar üzerindeki vergilerin artacağı, yoksullara dönük progresif harcamaların kısılacağı öngörüsü üzerinden muhalefetin Türkiye'deki kimlikler üzerinden yaşanan kutuplaşmayı kıracak ve sınıf eksenli bir politikayı benimsemesi şarttır.
Kısa dönemde Türkiye'deki sinir uçlarına dokunmanın (Kürt sorunu, LGBT, AB ile ilişkiler, Muhafazakarlık vs..) muhalefet güçlerini yavaşlatacağını düşünüyorum. Önümüzdeki günler yoksullara, kapitalizmi teşhir etme dönemidir.
Hepimize kolay gelsin.
Piyasanın gözünü diktiği TCMB PPK faiz oranı düzenlemesini açıkladı. Rekor denebilecek bir artışla 625 baz puanlık bir faiz artışı geldi. Peki böylesi bir faiz artışı ana hatlarıyla ne anlama geliyor? Bu durum kısa vadede (1 yıl içinde) cebimizi nasıl etkileyecek?
Öncelikle TCMB'nin eylül ayı başında yaptığı enflasyonla her türlü aracı kullanacak biçimde kararlı mücadele sinyali sonraı radikal bir müdahale geleceği bekleniyordu. Beklentilerin de üzerine çıkan böylesi bir müdahale dolar kurunu 6 TL'ye kadar geriletti.
Merkez Bankalarının enflasyon ile mücadele ederken kullandıkları temel mücadele metodu daraltıcı para politikasıdır. Bu politika ile faizler yükseltilerek piyasaya sürülen yerli para miktarı azaltılır. Azalan şeyin değeri artar. Böylece yerli paranın alım gücü artarak enflasyon frenlenmiş olur.
Ancak ekonomi politikası enflasyon ile kararlı bir mücadeleyi hedefliyorsa, daraltıcı para politikasına daraltıcı maliye politikasının da eşlik etmesi gerekir. Yani piyasadaki para miktarı azaltılırken TCMB kadar önemli bir diğer unsur da hazinenin gelir ve giderleridir. Eğer bütçe giderleri bütçe gelirlerinden fazla olursa yine piyasadaki para miktarı artacak ve TCMB'nin daraltıcı politikası işe yaramayacaktır.
O halde, bizi bekleyen ve hane halkını daha çok ilgilendiren bu politikanın takipçisi bütçe politikası olacak. Beklenen o ki, vergiler artacak, harcamalar kısılacak. Ancak hangi vergilerin artacağı, hangi harcamaların kısılacağı muhalefetin ilgi alanına girmek zorunda. Yoksullar üzerindeki vergilerin artacağı, yoksullara dönük progresif harcamaların kısılacağı öngörüsü üzerinden muhalefetin Türkiye'deki kimlikler üzerinden yaşanan kutuplaşmayı kıracak ve sınıf eksenli bir politikayı benimsemesi şarttır.
Kısa dönemde Türkiye'deki sinir uçlarına dokunmanın (Kürt sorunu, LGBT, AB ile ilişkiler, Muhafazakarlık vs..) muhalefet güçlerini yavaşlatacağını düşünüyorum. Önümüzdeki günler yoksullara, kapitalizmi teşhir etme dönemidir.
Hepimize kolay gelsin.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Faiz Haram mıdır?
Derslerde devlet borçlanmasını anlatırken öyle zorlanıyorum ki... Söz illa dolanıyor ve faizin neden yükselip alçaldığına, faizin nedenlerin...
-
Öncelikle beni bu yazıyı yazmaya iten haber başlıklarını sizinle paylaşayım. 1. Bakan Berat Albayrak Yeni Ekonomi Programı'nı açıklark...
-
İktisat Tarihçisi Samuelson enflasyonu şöyle tanımlıyor. "Enflasyon, saçı gür bir kişinin 5 liraya traş olurken saçı döküldükten so...
-
Mali anestezi nedir? Mali anestezi vergi ödeyen kişilerin vergi ödediğini farkına varmaması sorunudur. Sağlıklı işleyen bir vergi sistemin...